İslamın Ekonomik Kalkınma İle İlgili Öğretileri -5
Dördüncü olarak rüşt ve gelişme sermaye olgusu açısından da geçerlidir. Burada sermayeden sadece maddi olanı kast etmiyoruz. Daha çok ülkenin ve fertlerin kalkınmaya katkı sunabilecek potansiyellerine işaret etmek istiyoruz. Dolayısıyla manevi sermayeler da bizim ilgi alanımıza girmektedir. Bu açıdan eğer sadece maddi sermayeyi göz önünde bulundurursak bu durumda sadece ekonomik kalkınmayı kast etmiş oluruz. Ama eğer manevi sermayeden bahsedip bunun rüşt ve tekâmül içindeki yerine dikkat çekiyorsak kültürel gelişme ve rüştten bahsetmiş oluruz.
Beşinci olarak ise İslami anlamda bir kalkınma aynı zamanda toplumun bireylerinin de bu gelişmeden pay aldığı ve almak zorunda olduğu sürdürülebilir bir gelişme formudur. Aksi durumda yani topluma yayılmayan ve tek tek insanların maddi ve manevi yaşam koşullarını daha iyi hale getirmeyen bir kalkınma modelinin İslami olduğundan da hiçbir şekilde bahsedilemeyecektir. Buradan hareketle İslami bir kalkınma modelinin her şeyden önce fertlerin ve toplumun temel ihtiyaçlarını karşılaması ve toplumun bireylerine hiçbir ayrım gözetmeden insanlık onuruna yaraşır bir hayat sürebilmeleri için gerekli olan koşulları sağlamaya yönelmiş olmalıdır. İslami bir kalkınma anlayışının bundan daha önemli ve öncelikli bir sorun ve amacı olamaz.
Doğal olarak genel olarak kalkınma ve ilerleme fikrinin ve özelde de ekonomik kalkınmanın kendi içinde doğanın kendisine ve doğal güçlere bir hâkimiyet yarışı ve anlayışını içinde barındırdığı rahatlıkla söylenebilir. Bu açıdan Kuran ve Sünnete baktığımızda pek çok yerde yaratılan her şeyin insanın kullanımına sunulduğuna dair pek çok ayet ve rivayet görebiliriz. Ancak bu yaklaşımın bir tahakkümden ziyade bir yararlanma anlamına geldiğini gözden kaçırmamak gerekir. Aksi takdirde bugün batılı kalkınma modellerinin sebep olduğu çevre ve doğa felaketlerinin önüne geçilemez. Dolayısıyla İslami kalkınma modellerinde insanla doğa arasında bir savaştan ziyade daha çok bir yardımlaşma söz konusudur. Zira yaratılışın amacına ulaşabilmesi için hem insanın doğaya hem de doğanın imar edilmesi açısından insana ihtiyacı olduğunun unutulmaması gerekir. Daha basit bir ifadeyle İslam düşüncesi modern batı düşüncesinin bağrında barındırdığı ötekileştirme hastalığına sahip değildir ve bu özellik İslami olan her şeyin neden insanın fıtratı ve doğanın da selametiyle daha uyumlu olduğunu rahatlıkla ortaya koymaktadır. Doğayla olan ilişkisinde insanın varlık karşısındaki kendi yerini hiçbir zaman unutmaması gerekir. İnsan yaratıcısı karşısında sorumlu olduğu bilincinden uzaklaşır ve kendisi ve doğaya karşı pervasız ve haddini bilmez olarak davranırsa bugün batıda meydana gelen felaketlerin ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.
Son olarak İslam’ın reşit olan bir insan bireyi ve bu bireyin oluşturduğu bir reşit toplum amaçladığını unutmamak gerekir. İşte böyle bir toplum meydana getirebilmek için üretilen bütün anlayış ve kurumların bütün insanların ve toplumun bu seviyeye ulaşabilmesi için oluşturulmuş olması gerekir. İslami olan hiçbir anlayış ve model indirgemecilik tuzağına düşerek sadece maddi olan ya da sadece manevi olan bir kalkınmayı ve rüşt anlayışını kabul edemez. Bu bütüncül anlayış ve duruştan hareketle Müslümanların İslam’ın temel ve yol gösterici ilkelerinden hareket ederek her dönemde kendi toplumsal ihtiyaçlarını gerçekleştirecek teori ve kurumları geliştirmeleri gerekir. Müslümanlar ne birey adına toplumu yok sayabilir ne de toplumcu bir yaklaşımla bireyi yok sayabilirler. Bunun yerine İslami olan yaklaşımlar bireyde toplumu ve toplumda bireyi görerek kapsamlı bir kalkınma ve gelişme anlayışını gerçekleştirmeye çalışmalıdır.
İslamın Ekonomik Kalkınma İle İlgili Öğretileri-1
İslamın Ekonomik Kalkınma İle İlgili Öğretileri-2
İslamın Ekonomik Kalkınma İle İlgili Öğretileri-3
İslamın Ekonomik Kalkınma İle İlgili Öğretileri-4
İslamın Ekonomik Düzeni-1