NİZAMİ-Yİ GENCEVİ -2
Bir diğer mesnevisi, Behrâm-nâme, Heft Peyker ya da Heft Gunbed adlı manzumesidir. Şair, bu eserini 593/1197[3] yılında Merâğe padişahı ‘Alâeddîn Kereb Arslan adına düzenlemiş ve ona takdim etmiştir. Bu manzume, Sâsânî döneminin meşhur hikayelerinden olan Behrâm-i Gûr’un (Sâsânîlerin beşinci Behrâmı miladi 420-438/1029-1046) hikayesini konu edinir. Manzumede ilkönce Nizâmî, Behrâm’ın çocukluk, gençlik ve saltanata ulaşıncaya kadarki yaşamını ve yaptıklarını anlatır. Ondan sonra da onun yedi ülke padişahının her biri adına değişik renklerde birer kümbet yaptırdığı haftanın her bir günü birine misafir kaldığı yedi kız ile yaşadığı ve her birinden duyduğu hikayeleri anlatmaya başlar. Nizâmî’nin yedi hisar gelininin ağzıyla aktardığı bu yedi hikaye, gönülde yer eden ilginç hikayelerdir. Zira her biri ayrı birer manzume sayılır. Bu hikayelerden sonra Nizâmî, Behrâm-i Gûr’un gafleti nedeniyle memleketin içine girmiş olduğu perişanlığı, Çin hükümdarının İran’a saldırısını, vezirin yapmış olduğu zulümlerin hikayesini, Behrâm’ın gafletten uyanışını aktarır ve onun bir yaban eşeğinin ardından bir mağaraya girip bir daha geri dönmeyişine kadar getirir.
Penc Genc’in beşinci mesnevisi İskendernâme’dir. Bu kitap iki bölümden oluşmaktadır. Nizâmî, birinci bölümünü Şerefnâme; ikincisini de İkbâlnâme diye adlandırmıştır. Bu kitapta yer alan çeşitli tarihi işaretlerden şairin, bu eseri Âzerbaycan ve çevresindeki birkaç mahallî emire takdim ettiği anlaşılıyor. Düzenlenmiş son hali 607/1210 yılından sonra bitmiş olmalıdır.
Nizâmî, Şerefnâme kitabında Firdevsî’nin üzerinde durmamış olduğu Philippos’un oğlu İskender’in hikayesini nazma geçirmiştir. Şerefnâme, İskender’in doğumundan ülkeler fethetmesine ve Roma’ya dönüşüne kadarki yaşamını konu alır. İkbâl-nâme’de ise, İskender’in ilim, hikmet ve peygamberliğinden, onun büyük filozoflarla yaptığı görüşme ve oturumlardan, yaşamının sona ermesinden ve onunla oturmuş filozofların yaşamının sona ermesinden söz eder. Şair, bu iki manzumenin düzenlenmesinde İskender hikayesi konusunda yazılmış olan kaynaklardan özellikle de İskender-nâme’lerden, içerdikleri tarihi yanlışlıkları nakletmekle yararlanmış, tümünde konunun gerektirdiği kadarıyla tasarruflarda bulunmuştur. Nizâmî, İskendernâme’deki gibi bazı beyitlerden dolayı bu hikayeyi düzenlerken Firdevsî’yi taklit etmeyi amaçlamıştır. Hakikatte de kendi yaptığını, bu üstadın Şâhnâme’de İskender hikayesinin bir devamı olarak görmüştür. Her ne kadar bazı konularda Tuslu üstadın karşısında durmak istediyse de tüm üstatlık ve gücüne rağmen bu konularda bu üstatla beceri noktasında eşit olamadı. Daha şaşırtıcı olan da kimi zaman kendi yol göstericisinin düşünce veya sözlerini aynen aktarmış olmasıdır.
Nizâmî, hiç şüphe yok ki Fars şiirinin temel taşlarından olup bu dilin kesin üstatlarından kabul edilmesi gereken şairlerdendir. O, Firdevsî ve Sa’dî gibi kendine özgü bir üslup ya da tarzı ortaya çıkarabilmeyi veya kemale ulaştırabilmeyi başarmış şairlerdendir. Her ne kadar Fars dilindeki hikayecilik, Nizâmî ile başlamamış ve gördüğümüz üzere, Fars edebiyatının başlangıç dönemine kadar gidiyor olsa da VI/XII. yüzyıl sonuna kadar şiirin bu türünü, yani temsilî şiiri Fars dilinde kemal derecesinin en üst noktasına çıkarabilmiş olan tek şair Nizâmî’dir.
[3] Üzerinden beş yüz doksan üç yıl geçtikten sonra, bu hikayeyi ünlüler gibi söyledim.Oruç ayı üzerinden on dört gün geçmiş günden de tam dört saat geçmişti.
NİZAMİ-Yİ GENCEVİ -1
Sadi Şirazi-1
Sadi Şirazi-2
ŞEHRİYAR -1
ŞEHRİYAR -2