Barack Obama"nın Filistin düğümü
İsrail-Filistin uyuşmazlığının çözümündeki engellerin büyüklüğünü idrak edemediğini ve bu nedenle vaatleriyle beklentileri çok yüksek tuttuğunu kabul eden Barack Obama , “Ortadoğu barış sürecinde ciddi bir ilerleme sağlanamadı. İstediğimiz noktada olmadığımızı söylemeliyim” sözleriyle, ABD’nin Filistin konusundaki alışılagelmiş söylem ve eylemlerine geri döneceğini göstermiştir.
Dahası, Ortadoğu’yu dokuzuncu kez turlayan Beyaz Saray Özel Temsilcisi George Mitchell’in bu gezisinin de hayal kırıklığıyla sonuçlanması sonrasında İsrail’in kendisine tanınan birçok fırsatı cömertçe harcamasına rağmen, Amerika’nın diplomasisinin kırmızı çizgileri arasında yer almaya devam edeceği ve iki ülkenin güvenliğinin ayrılmaz bir bütün teşkil ettiği anlayışının süreceği bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Diğer bir deyişle, 1990’dan itibaren uluslararası konjonktürde yaşanan gelişmelerden elde ettiği stratejik avantajları Filistin sorununun çözümünde kullanmayan Amerika, Obama’nın bir yıl önce iktidara gelmesiyle birlikte barışa yönelik umut parıltılarının belirmesine rağmen, İsrail endeksli politikasının devam edeceği anlaşılmıştır.
İsrail cephesi
İsrail cephesinde ise son durum pek parlak bir görüntü vermemektedir. Batı şeria işgalinde ısrarlı olduklarını açıklayan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu “Mesajımız açıktır, burada kalacağız. Bu bölge, İsrail devletinin sonsuza kadar ayrılmaz bir parçası olacak’’ şeklindeki ifadesi ve önümüzdeki dönemde diasporadan bölgeye doğru 1 milyon Yahudiyi getireceklerini yönündeki vaatleri ile Amerikan diplomasisini kızdırmak pahasına da olsa hem Mitchell’in bölge liderlerine sunmuş olduğu barış planlarını çürütmeyi hem de topu Filistinlilerin sahasına atarak Mahmud Abbas’ı Washington ile karşı karşıya getirmeyi başarmıştır.
Nitekim hem Beyaz Saray hem de Tel Aviv tarafından çizilen karamsar tabloların, Filistin sorununu yeni bir çıkmaza sürüklemesi bir yana, Obama yönetimine destek veren Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan gibi ılımlı bölge devletlerini de başka çözüm arayışlarına yöneltmiştir. 1982 ve 2006 Lübnan Savaşlarını anımsatan, 2008 Gazze operasyonları öncesinde yaşananlara benzeyen bu gelişmeler bölgenin yeni bir savaşa sürüklenmekte olduğu endişelerini beraberinde getirmiştir.
Bölgede ağırlık kazanan işbirliği sürecinden ve özellikle Filistin meselesinde Avrupa merkezli diyalog eksenli zorlamalardan rahatsız olan İsrail, ancak sıcak bir çatışma sayesinde içinde bulunduğu sıkışıklıktan çıkabileceğinin hesaplarını yapmakta ve bunun için fırsat kollamaktadır. Fakat olası bir savaşın Lübnan’ın güneyinde mi , tekrar Gazze’de mi , yoksa en tehlikeli senaryo olan ve ‘Tzahal’ın çok istediği bir cephe olan İran’da mi olacağı soru işaretidir.
Arafat’tan Abbas’a
Bütün bu gelişmeleri yakından takip eden ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın son Ortadoğu turundan dönerken haksızlık yapan tarafın İsrail olduğunu unuturcasına, müzakerelere koşulsuz olarak dönmesi yönünde nasihatte bulunması ve söz konusu sahnenin daha önce Yaser Arafat’a verilen sözlerin tutulmaması ile yaşandığı ve işgal altındaki topraklarda ev hapsine kadar ilerleyip ölümüyle sonuçlanan olayların bu kez kendisi için planlandığına yönelik endişeleri taşıyan Mahmud Abbas’ı tek taraflı da olsa devlet ilan etme kararı almaya götürmüştür.
Filistin Devlet Başkanı Abbas’ın Obama yönetiminin İsrail’i barış masasına çekmek konusunda yeterince baskı yapmadığına yönelik eleştirisiyle birlikte:
* Gazze Savaşı’na ilişkin Goldstone raporunun görüşülmesinin ertelenmesini kabul ederek yaptığı taktik hata sonrasında uğradığı baskılardan kurtulmak,
* Netanyahu’nun müzakereleri terk etmemek için verdiği sözleri tutmak bir yana Yahudi yerleşim birimleri kurulmasına hız vermesi sonrasında uğradığı hayal kırıklığına son vermek,
* Obama’nın İsrail’e ağır baskılar uygulanacağı yönündeki vaatlerinin Netanyahu hükümetine açıktan desteğe dönüşmesinin neden olduğu siyasi kayıpları telafi etmek,
Ve Hamas’ı masaya çekmeyi başararak, Filistinlilerin desteğini söz konusu örgütün lehine kaybetmesi yönündeki süreci tersine çevirmek için bu kararında ısrar edeceği ortaya çıkmıştır.
Aslında, Ebu Mazen’in Filistin Devleti’ni ilan kararı, bir yıl önce büyük umutlarla işbaşına gelen Barack Hüseyin Obama’nın hem kendisinin hem Clinton’ın hem de özel temsilcisi Mitchell’in turlarına rağmen İsrail’i yola getirmeyi başaramaması karşısında Beyaz Saray’a yeni bir fırsat sunmuştur. Ancak önümüzdeki günlerde Filistin Devleti’ni ilan etme kararının Birleşmiş Milletlere taşınmasını engelleyeceğini açıklayan ABD’nin bu yönde hamle yapıp yapmayacağı, veto hakkını kullanması durumunda ise Filistin Devleti’nin Arap-İslam âleminde tanınması durumunda ne tür bir tavır izleyeceği merak edilen hususların başında gelmektedir.
Barış yılı
2010 yılını bölgede barış yılı ilan eden Obama bu fırsatı değerlendirmediği takdirde son aylarda hızla kaybettiği güven ve prestiji geri kazanmak bir yana Bush yönetimiyle aynı kefeye konmaktan kurtulamayacaktır. Bu durumda, bölgenin gidişatından ivedi olarak ders alması gereken başlıca taraf, İsrail’e destek vermekten vazgeçmeyen Washington’dur.
Anlaşılan odur ki ünlü Arap siyaset bilimci Suphi Gandur’un deyimiyle Obama geride kalan bir yıllık iktidar döneminde son model bir arabaya sahip ve yetenekli bir sürücü ehliyeti olduğunu kanıtlamışsa da trafik kurallarını koyan, hız limitlerini ve güzergâhları belirleyen tarafın İsrail olduğunun farkına ancak yeni yeni varabilmiştir. Obama geride kalan üç yıllık görev süresinde ana hatları Tel Aviv’de çizilen bu planın takipçisi olmaya devam ettiği taktirde haleflerinden farkı olmadığını göstermek bir yana bölge halkları nezdindeki prestijinin de dibe vurduğunu görmüş olacaktır.
Prof. Dr. Samir Salha: Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kaynak: Radikal
Obama, İsrail ve AIPAC
Amerikan Emperyalizminin Söylem Değişikliği (2)