Münâcât Yerine 2
Ey Rab! Tam yolda değiliz; "dâllîn"den sayılmayacağımızı ümit ederim. Zihnî, fikrî, ruhî boşluklar içinde bulunduğumuz muhakkak. Anlayış ve düşünce fakirleri olduğumuzda ise hiç şüphe yok. Kendi iç dünyamızla ayakta durduğumuz söylenemez. Fakr ve cehaletlerimizin yanında hele bir de tefrika zaafımız var ki hepsinden beter.. Senin ölçü ve kıstasların muvacehesinde günahlarımız, tarihin en günahkârlarını arattıracak seviyede. Maruz kaldığımız musibetler, helâk olmuş kavimlerin başlarına gelenlere denk. Bütün bunlardan bir şey anlamayanlar serâzad ve çakırkeyf; anlayanların hüznü, kederi ise yürekleri çatlatacak ölçüde. Gelip gelip kendi ürettiğimiz problemlere takılıyor; yapalım derken yıkıyor ve kendi enkazımız altında kalıyoruz. Kötülük düşüncesine bağlı meyillerimiz tabiatımız hâline gelmiş ve olabildiğine azgın; iradelerimiz çelimsiz, yüreklerimiz de bomboş. Dertmend olanların his dünyaları perişan, sineleri çatlayacak gibi, duyguları feveranda, ama hepsi de çaresizlik içinde ve suskunluk murâkabesi yaşıyor: Hiddetlerini yutkunarak geçiştiriyor, öfkelerini "lâ havle"lerle atmaya çalışıyor ve ufku görünmez, upuzun karanlık bir vetirenin düşe-kalka yolcuları olarak düşerken "of" ediyor, kalkınca da sabır taşlarını bile çatlatacak yeni bir beklentiye giriyorlar.
Yıllar var, hep başkalarına bağlanıp kaldık ve affedilmeyen bir sürü günahlar işledik; Seni tanımama, kendimizi bilememe, dine vefasızlık, millet ruhuna da saygısızlıkta bulunma günahı. Oysaki Seni söylemeyen her şeyi unutmaya, Sana saygısızlık edenlerin üstüne bir çizgi çekmeye vicdanî ahd ü peymanımız vardı. Öyle davranamayıp ruhumuzun bütün kaidelerini yıktık; maddî-mânevî dünyamızın şeklini değiştirdik; millî ve dinî hayatımızın âhengini bozduk; derken bütün değerlerimiz bağı kopmuş tespih taneleri gibi sağa-sola saçılıp gitti. Kendi özümüzü inkâr ettik. Birer materyalist, natüralist mukallidi hâline geldik. Hevâ-yı nefsimize uyduk, akla hayale gelmeyecek hatalar işledik. Hatalarımızı sezemedik, günahlarımızı göremedik ve durumumuzun vahametini değerlendirerek bir türlü Sana yönelemedik.
Meçhul bir rıhtımdan yanlışa açılmamız üzerinden yıllar ve yıllar geçti. Bulunduğumuz yerden uzaklaştık, ama mevhum hedefe de asla ulaşamadık; sürüm sürüm yollardayız; ne dizimizde derman kaldı ne iradelerimizde fer. Azimlerimiz iki büklüm, kanatlarımız kırık, yol-iz bilmezlerin gurbet, hayret ve dehşeti içinde "Bir kapı!" deyip inliyor ve vicdanlarımızda "Siz mi geldiniz?" şeklinde değerlendireceğimiz bir emare ve bir işaretin yankılanacağı "eşref saati" bekliyoruz. Beklerken de yer yer ettiklerimiz karşımıza dikiliyor ve tam ümitlendiğimiz bir sırada kendi kendimize: "Nerede o mazhariyet nerede siz?" diye mırıldanıyor; bir kere daha sendeliyoruz.
Hz. Ali (as)’ın Abdest Alırken Okuduğu Dualar
Dualar kabul olmuyorsa