Şems Divanında Aşkın Sesi -1
Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin Divan-ı Kebir veya Kulliyyat-ı Divan-ı Şems adıyla bilinen eseri, hiç kuşkusuz Müslüman ariflerin ve ediplerin görüş birliğiyle, şimdiye kadar ilahî aşk konusunda bir insanoğlu tarafından meydana getirilmiş en büyük ve en güzel şiir koleksiyonudur. Mevlana'nın dünya çapındaki şöhreti daha çok ölümsüz eseri Mesnevi dolayısıyla olsa da Şems Divan'ı da hakikat ve marifet erbabı katında çok yüksek bir makama sahiptir. Şems Divan'ına başka bir ad vermek istersek, onu “aşkın ve âşıklığın divan”ı olarak adlandırabiliriz. Bu muazzam kitabın sayfalarını birkaç saatliğine de olsa karıştıran her okuyucu, bu adlandırmada hiçbir abartıya yer olmadığını rahatlıkla görecektir.
Aşk, kitapla, dersle öğrenilecek bir şey değildir; bununla birlikte, aşkı Mevlana'nın hayret verici sözlerinden ve hallerinden öğrenmek mümkündür. Çünkü Mevlana, aşkın ve âşıklığın tartışmasız üstadıdır. Bu dünyanın bütün âşıkları, onun önünde ancak çıraklık rahlesine oturmuşlardır. Mevlana'nın varlığı baştan ayağa aşkla dolu olduğundan, onun semavî aşkının sesi, ölümünden yüzyıllar sonra bile şu dönüp duran gök kubbenin altında yankılanmaya devam etmektedir.
Gerçi Mevlana şiirden ve şairlikten bıktığını ve yakındığını defalarca dile getirmiştir, ama yine de hiç kimse ilahî aşktan onun gibi söz edememiş; hiç kimse onun gibi aşkın biricik incisini delememiştir. Bu yüzden, hiçbir şairin gönlünün ve mayasının Mevlana'nınki kadar şiirle ve şairlikle yoğrulmadığını, hiçbir arifin ruhunun ve canının onunki kadar aşkla ve âşıklıkla kavrulmadığını söylemek mümkündür.
Mevlana bütün şiirlerinde çılgınca bir tutkuyla aşktan söz tmektedir. Sanki gönlünde, canında ve dilinde aşk kelimesinden başka hiçbir şey bulunmamaktadır. Allah aşkı, varlığını öyle kuşatmıştır ki vücudunun her zerresi bu aşkı terennüm etmekte, gözleri baktığı her şeyde yaratıcıdan başka bir şey görmemektedir.
Bu tebliğde, Mevlana'nın aşkı nasıl tarif ettiği, duygu ve düşüncelerinde aşkın makamının ve hakikatinin nasıl tecelli ettiği üzerinde durarak, sözü edilen ilahî aşkın Mevlana'nın sihirli sözlerine nasıl yansıdığına örnekler vereceğiz. Mevlana'nın irfanî görüşü konusunda doğru ve sağlıklı bir bakış yakalamak için, her şeyden önce onun irfanının, ilahî aşka, muhabbete, coşkuya, hale, vecde ve cezbeye dayandığının, bir başka deyişle teorik olmaktan çok pratik bir irfan olduğunun bilincinde ve farkında olmamız gerekmektedir.
Sufiler ve bu cümleden olarak Mevlana, âlemin ve Âdem'in yaratılış nedeninin aşk olduğuna inanırlar. Allah her şeyi aşk hatırına yaratmıştır. Varlık âleminin merkezinde aşkın yer alması bu yüzdendir. Gerçekte yüce Allah'ın zatından başka hiçbir varlık bizatihi mevcut değildir. Eşya, aslında bir hiçlikten ve mutlak bir yokluktan ibarettir. Bundan dolayı “mutlak varlık” sadece âlemde eşini ve benzerini tasavvur etmek mümkün olmayan bir Allah'tır. Mevlana'nın deyişiyle, bizim varlık olarak adlandırdığımız şeyler, gerçekte varmış gibi görünen yokluklardan ibarettir ve bunların mutlak gerçeklikleri yoktur. Bu yüzden sufiler “Mademki Allah birdir ve ondan başka hiçbir şey gerçek varlık sahibi değildir, o halde her şey O'ndandır, her şey O'nunladır ve her şey O'ndadır” inancından hareketle, “Allah aşktır ve aşk Allah'tır” sonucuna varmakta; Allah bir olduğuna göre, “aşk, âşık ve maşuk” da birdir demektedirler. Bundan dolayı insanın Allah'a duyduğu aşk, gerçekte, bir olan Allah'ın kendi zatına duyduğu aşktır.
Mesnevi den Hikayeler-1
Mesnevi den Hikayeler-2
Mesnevi den Hikayeler-3
Mesnevi den Hikayeler-4
Mesnevi den Hikayeler-5