Modern Şehirde İnsan 1
İkibinsekiz yılı itibariyle insan nüfusunun yarıdan fazlası şehirlerde yaşıyordu. Nüfusu on milyonun üzerindeki şehirlerin sayısı 1975'de 3 iken, 2007'de 19'a yükselmişti. Bu sayının 2025'de 27'ye ulaşacağı tahmin ediliyor (1). Şehirlerin (bilhassa büyükşehirlerin) bugünkü problemlerine ve bunların gelecekte nasıl bir hâl alacağına dâir dünya genelinde arastırmalar yapılıyor, tahminler yürütülüyor. Şehirlerin tarım arazilerine doğru genişlemesinin ekonomilere verdiği zarar, büyükşehirlerin etrafında oluşan mikro-iklimlerin hayata menfî tesiri, hava, ses ve ışık kirliliği, temiz su ve enerji teminindeki problemler, atık su idaresinin giderek zorlaşması, trafik yoğunluğunun çözülemez hâle gelmesi, hayatın yollarda geçmesi, yeşil alanların yetersizliği, meteorolojik, sismik ve teknolojik afetlerin şehirlerde yolaçtığı zararlar hemen her gün üniversitelerde ve medyada ele alınan, tartışılan, makale ve kitaplarda kendine giderek daha fazla yer bulan konuların başında geliyor.
Yine de bugünün insanı (büyük kısmı şehir tarafından oluşturulan) beklentilerine şehirlerin cevap vereceğine inanıyor. Bilhassa büyükşehirlerin sıkıntıları da büyük olmakla birlikte, doğum ve göçe bağlı olarak nüfusu, dolayısıyla yapı, fonksiyon ve problem yoğunluğu artmaya devam ediyor. Fakat modern şehir insan hayatına sadece teknik kolaylık ve zorluklar getirmiyor (her ne kadar, bu konudaki toplantı, müzakere ve yayınlarda daha çok bu konular ele alınsa da). Bugünün şehrinde (kentinde) ve şehirleşmiş mekânlarında tabiattan (dolayısıyla tabiatımızdan, fıtratımızdan) uzaklaşmış, daha da kötüsü, buna alışmış durumdayız. Peki, bunun ne kadar farkındayız? Yoksa, mukayese yapacak kadar bile bir tabiat tecrübemiz olmadığı için (olmayanlar için), bunu bir mahrumiyet gibi görmüyor muyuz, veya ne ölçüde? Bugünün şehri yaradılışımıza ne kadar uygun? Onu nereye kadar taşıyabiliyoruz? Sınırlarımız zorlandığında biz şehre ayak uydurmak durumunda kalıyoruz. Bu bizi bozuyor mu? Ne kadar? Bunun farkına varma şansımız var mı? Veya, aslında ruhumuz, vicdanımız modern şehre alışmadı da, içine doğduğumuz mecburiyetlerden dolayı mı ruh ve bedenimizle birlikte ona katlanıyoruz? Hakikatte insan insanı (ruh ruhu) modern şehirdeki hâliyle mi görmek, tanımak ve sevmek ister?
Sebep ne olursa olsun, fıtratımızı zorlayan şehirde davranışlarımız da (iradî veya değil) fıtrî olmayabiliyor. Bu tablo bizi, romantik, ütopik ve irrealist bir şehir tasavvuruna (veya düşmanlığına) da götürmemeli. Yukarıdaki sorular sorulsa bile, bunlar bugün şehir realitesi karşısında bir durum tespitinden öteye geçebilir mi? Tekrar başa dönersek, ne kadar farkedilmiş bir derttir bu? Ve bunun çaresi bugünün şartlarında ne olabilir? Şurası âşikâr: İnsanlık bugün, binlerce yıl önceki gibi tabiatın sinesinde, her gün onunla iç içe yaşayamaz artık. Tabiat da bir ölçüde o eski tabiat değil zâten.
Bir realite olarak şehir ve sınırlandırılan insan
İnsanlık tarihi boyunca, söyleyecek sözü olan hemen herkes şehri seçti. Bilhassa son yüzyılda bilim ve teknolojideki gelişmelere paralel olarak üretim ve iş imkânının artması, refah seviyesinin yükselmesi, pazarın çeşitlenmesi, sağlık, eğitim ve alt-yapı gibi hizmet sektörlerindeki ilerlemeler, şehrin câzibesini arttırdı. Dünyevî gelecek adına çok şey vâdetmeye başlayan şehirler büyük göç aldı. Geçmişte sadece babadan-atadan şehirli olanların faydalanabildiği imkânlar, şehri tercih eden kalabalık kitleler için de sözkonusu olmaya başladı.