NASIR HUSREV -1
”Huccet” lakaplı Hekîm Ebû Mu‘în Nâsır b. Husrev b. Hâris-i Kubâdiyânî-yi Belhî, İran’ın çok güçlü, büyük şair ve yazarlarından olup Fars dilinin birinci dereceden gelen sözcülerindendir. 394/1003 yılının zilkade ayında Belh’e bağlı Kubâdiyân’da doğmuş, 481/1088 yılında Bedahşân’a bağlı Yemkân’da vefat etmiştir. Onun ve babasının ismi, zikretmiş olduğumuz gibi şiirlerinde birkaç kez geçmiş ve kendi lakabını da ”œHuccet” yada ”œHuccet-i Zemin-i Horâsân” şeklinde çeşitli beyitlerde zikretmiştir. Bu lakap, hakikatte onun İsmaililer arasındaki mezhebî unvan ve derecesi olup Fâtımî halifesi tarafından ona verilmişti. Sefer-nâme’nin başında kendisini Kubâdiyânî-yi Mervezî olarak nitelemiştir. Doğum yeri olarak Belh’e bağlı Kubâdiyânlı oluşu şiirlerinde de açıkça görülmektedir. Şu beyitte görüldüğü gibi:
Nesebim hep Yemkân ile anılmıştır, zira Kubâdiyân neslinden gelmişim.
Bundan dolayı da kendi şiirlerinde her yerde Belh’ten kendi vatanı, şehri ve evi diye söz eder. Onun orada akrabası, kardeşi, yakınları emlakı ve arazisi vardır ve onları kimi beyitlerinde hasretle anar.
Bu deliller göz önünde bulundurulduğunda onu İsfahanlı olarak gösteren Tezkiretu’ş-Şu‘arâ sahibi Devletşâh gibi kimi tezkire yazarlarının sözlerinin yanlışlığı kesinlik kazanmaktadır. Şairin kendi Sefer-nâme’sinde işaret etmiş olduğu Mervezî nisbeti de onun Merv’de ikamet etmiş olmasındandır. Galiba bir süre orada kalıp divan işiyle uğraşarak orayı mesken edinmiştir.
Nâsır-i Husrev tezkirelerde, kimi zaman Alevilikle ünlü biri olarak zikredilmiştir. Ancak bu ününün doğru bir kaynağı yoktur. Galiba onun için yazılmış ve ona nisbet edilmiş olanlar, uydurma bir yaşam hikayesinden kaynaklanmıştır.
Bu uydurma yaşamda, Nâsır-i Husrev’in nesebi beş yoldan İmam Ali b. Mûsâ er-Rıza’ya ulaşır. Belki de Ali ailesine olan ilgisi ve bu aşırı ilgisinin kendi eserlerindeki görüntüsünden dolayı böyle bir nisbeti onun için ortaya çıkarmış ve meşhur etmiş olabilirler. Hatta Devletşâh bile Tezkiretu’ş-Şu‘arâ’da seyitlik nisbetinin Nâsır-i Husrev’e verilmesini, onunla meşhur olmuş olmasını zayıf olarak zikretmektedir.
Nâsır-i Husrev, 394/1003 yılında doğmuştur. Şairin kendisi de şiirlerinde buna işaret etmekte ve şöyle demektedir:
Hicretten üç yüz doksan dört sene geçti, annem beni tozun ortasına bıraktı.
Bu tespite göre, Debistânu’l-Mezâhib’de 359/969, Târîh-i Guzîde’de 358/968 olarak zikredilen yıllar inandırıcılıktan uzaktır.
Nâsır-i Husrev, kendisinin de işaret ettiği gibi üst sınıfa mensup bir ailedendi ve Belh’te servet, arazi ve mülkü vardı. Çocukluktan itibaren ilim ve adab elde etmekle uğraşmış, gençliğinde sultan ve emirlerin saraylarına yol bulmuş, yüksek makamlara gelmiştir. Hatta Sefer-nâme’de de belirttiği üzere, Acem meliklerinin ve Gazneli sultan Mahmûd ve oğlu Mes‘ûd gibi sultanların sarayını görmüş ve bu şekilde daha gençlik yıllarında yani yirmi yedi yaşından önce devlet kademelerinde bulunmuştur. Onun Ka’be’ye yaptığı yolculuk yılı olan kırk üç yaşına kadar katiplik gibi üst makamlara ulaşmış ve saltanat işlerinde ve mallarında yetkili biri olmuş, divan işleriyle uğraşmış ve bir süre bu işte kalmış kendi akranları arasında şöhret elde etmiştir. ”œEdib” ve ”œDebîr-i Fazıl” unvanını almış. Şah ona, ”œHâce-i Hatîr” diye hitap etmiştir. Galiba Nâsır-i Husrev, ilk başlarda Gaznelilerin kış mevsimindeki başkenti olan Belh’te devlet teşkilatında güç ve nüfuz bulmuş ve bu şehrin Selçukluların eline geçmesinden sonra itibar ve nüfuzu daha da fazla artmış oldu. Kardeşi Ebû’l-Feth Abdulcelîl de ileri gelenler arasında yer almış ve ”œHâce” unvanını almıştır. Nâsır-i Husrev, Belh’in Selçuklular tarafından işgal edilmesinden sonra 432/1040 yılında Ebû Suleymân Çağrı Bey Davud b. Mikâil hükümdarlığının mekanı olan Merv’e gitti ve orada, daha sonra göreceğimiz gibi, durumu değişip Ka’be yolu görününceye kadar divan makamında bulundu.
Şair Dakiki
RÜDEKİ-2
RÜDEKİ -1
NİZAMİ-Yİ GENCEVİ -1
NİZAMİ-Yİ GENCEVİ -2
NİZAMİ-Yİ GENCEVİ -3