• Nombre de visites :
  • 970
  • 8/12/2012
  • Date :

Velayet-i fakihin Tarihi Geçmişi -1

velayet-i fakihin tarihi geçmişi

İslami toplumun fıkıhta içtihat makamına ulaşmış biri tarafından idaresi anlamında olan velayet-i fakih meselesi bazılarına göre İslami düşünce tarihinde yepyeni bir olaydır. Ve iki asırdan az tarihi bir geçmişe sahiptir. Bu kimselerin iddiasına göre Şii ve Sünni fakihlerden hiç birisi bu konuyu incelememiştir. Fakihin fetva ve hüküm verme görevinin yanı sıra fakih olduğu hasebiyle İslami ülke veya ülkeler üzerinde hakimiyet hakkı olduğunu dile getirmemiştir ama iki asırdan az bir zamandır ilk defa  Kacar Şahı Fethali’nin çağdaşı olan ve Fazıl Kaşani diye tanınan merhum Mola Ahmed Neraki tarafından dile getirilmiştir. Bu iddiaya göre merhum Neraki velayet-i fakih meselesini dönemin padişahını savunma amacıyla dile getirmiştir[1]

Elbette eğer merhum Neraki dönemin padişahını teyit etmek isteseydi önceki bazı alimler gibi, “sultan Allah’ın gölgesidir”‌‌[2] rivayetine sarılır, bunu dönemin padişahına uyarlar ve ona itaatin şer’i ve ilahi bir farz olduğunu dile getirirdi.”‌‌[3]

Bu esas üzere fakihi hakim ve idareci göstermesine gerek kalmazdı. Zira şah hakkında bunun doğruluk ihtimali bile mevcut değildi.

Bazıları şöyle demiştir: “Merhum Neraki ilk önce bu makamı fakih için sabit kılmış ve daha sonra kendisi bir fakih olarak şahın saltanatını teyit ederek ona şer’i bir boyut getirmiştir.”‌‌

Merhum Neraki bu dönemeçli yolu neden kat etsin ki? Neden direkt olarak şahı Allah’ın gölgesi olarak tanıtmamış ve ona itaati farz kılmamıştır? Eğer onun riyaset düşkünü olduğu ve kendi asi duygularını tatmin etmek için bu efsaneyi İslam’a isnat ettiği ihtimali söz konusu edilecek olursa bilmek gerekir ki o takvalı, ahlak üstadı, arif ve şair insanın hayatı ve metodu bu tür iftiralardan ve sade yorumlardan münezzehtir. Bu tür isnatlar daha çok kendisine bu tür isnatları eden kimselerin geçmişteki ve şimdiki durumlarıyla uyum içindedir; o büyük insanın durumuyla hiç bir ilgisi yoktur.

Şimdi ilmi bir araştırmadan çok bir hikayeyi andıran bu hüzünlü öyküyü bir tarafa bırakalım ve bu konudaki İslami düşüncenin geçmişini bir göz atalım. Şüphesiz Şia kültüründe gaybet çağında toplumun idaresinin Allah-u Teala tarafından adil fakihlere bırakıldığı husus hiç şüphesiz ve kesin bir gerçektir. Bu yüzden bu konunun aslı hakkında konuşmaktan çok bu konunun getirdiklerini ve gereklerini ele almışlar ve onu incelemişlerdir.

Merhum Şeyh Mufid (H. 333, 338, 413) Şia tarihinin H. 4. ve 5. asırlarda yaşayan büyük fakihlerden biridir. Şeyh Mufid el-Meknaa kitabında iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak babında, iyiliği emretmenin ve kötülükten sakındırmanın aşamalarını beyan ettikten sonra en üst derecesine yani öldürmeye ve zarar verme noktasına  geldiğinde şöyle demektedir:

“Mükellef olan şahıs iyiliği emretmek veya kötülükten sakındırmak noktasında insanların işlerini idare etmek için tayine edilen zamanın yönetici ve sultanının emri olmaksızın öldürme veya yaralama hakkına sahip değildir...”‌‌

Daha sonra bu konunun devamında şöyle buyurmuştur: “İlahi hadleri icra meselesi Allah-u Tela tarafında tayin edilen hakim ve yöneticiye aittir. Bunlar Al-i Muhammed’den olan hidayet imamları ve bu imamların emir veya hakim olarak tayin ettiği kimselerdir. Tahir imamlar imkanı olduğu taktirde bu konuyu Şii fakihlere ve takipçilerine bırakmışlarıdır.[4]

Zalimlerin hükümetinden kaynaklanan bir korkunun aşikar olduğu bu ifadelerde şeyh Mufid (r.a) ilk önce Allah tarafından tayine dilen bir yöneticiyi ele almakta ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma ile öldürme ve yaralama hususunda karar alma hususunda da kendisini yetkili kabule etmektedir. Daha  sonra ilahi hadleri uygulama meselesini iyiliği emretme ve kötülükten sakındırmanın örneklerinden biri olarak kabul etmektedir.[5] Bu önemli işin yapılmasının Allah tarafından tayin edilen İslam yöneticisinin görevi olduğunu tekrar ederek bir işaretle onları şöyle tanıtmaktadır:

1-Allah tarafından İslam toplumunu idare etmek ve ilahi hadleri uygulamak üzere direkt olarak tayine dilen Masum İmamlar (a.s).

2-Masum İmamlar’ın (a.s) İslam toplumunu idare etmek ve siyasi yöneticilik için tayin ettiği emir ve hakimler.

3-Masum imamlar (a.s) tarafından bu yöneticilik ve ilahi hadleri ikame etmek için tayin edilen Şii fakihler.


[1] Bak. Mehdi Hairi Yezdi, Hikmet ve Hükümet, s. 178

[2] Bak. Meclisi, Bihar’ul Envar, c.  72, s. 354 (Kitab’ul İşret, Bab-u Ehval’ul Mulük vel Umera , 69. hadis, Elbette Hz. İmam Humeyni R(r.a) bu rivayetleri veli-i Fakihe veya masum imama uyarlanacak bir şekilde tefsir etmiştir.

[3] Dikkat etmek gerekir ki bu tür rivayetleri iki şekilde tefsir etmişlerdir:

1-Sulta ve hükümeti elinde bulunduran kimse Allah’ın gölgesidir, ona itaat gereklidir. Bu esas üzere hakimin hususiyetlerinin ve hükümeti elde ediş şeklinin ona itaatin gerekliliği hususunda hiç bir etkinliği yoktur. Şüphesiz böyle bir yorum sultanların ve meliklerin zevkine uygundur ve mevcut hali yorumlamaktan ibarettir.

b- Sultan ve hükümeti elde eden kimse Allah’ın gölgesidir. yani onun hükümeti bir şekilde hasıl olmuş ve hakimin kendisi Allah ve şeriatın teyit edip kabul ettiği birtakım özelliklere sahiptir. Bu tefsir esasına göre İslam’ın kabul ettiği yöneticinin özelliklerine sahip olan ve İslam’ın kabul ettiği bir metotla hükümeti elde eden kimseye itaat şeriata göre gereklidir. Velayet-i fakih teorisi bu şartlara sahip olan fakihi bu tür özelliklere sahip olan biri olarak tanıtmaktadır.

[4] Bak. Şeyh Mufid el Maknaa, s. 810

[5] Bazıları şöyle sanmaktadırlar İlahi hadleri ve İslami cezaları uygulamak fakihteki yargı makamıyla ilgilidir. Oysa yargı fıkhi terminolojide sadece hakemlik ve şahıslar arasındaki düşmanlığı giderme hususuyla ilgilidir. İslami cezaları suçlulara uygulamak ise velayet-i fakihin işlerindendir. Burada velayet-i fakih toplum işlerini yönetmek anlamında gelmektedir.

İslamî İnançlarda Velayet-i Fakihin Yeri

Masumların Velayeti, Velayet-i Fakih-1

  • Yazdır

    Arkadaşlarına gönder

    Yorumlar (0)