İmam Ali (a.s) Hz.Abbas (a.s) Ve Ben
Karanlığın içinde beş nur, yavaş ve sessiz adımlarla ilerlemekteler. Beşincisi bir battaniyeye sarılmış, nur içinde nur kendisi. Ve her zaman olduğu gibi tek sırdaşları olan ben. Rüzgâr feryat ediyor sanki çekilin gelen peygamber ailesi.
Haberin yok değil mi battaniyeye kimin sarılı olduğundan? Gece vakti yol alan bu dört boynu bükük nurdan?
Merak etme birazdan öğrenirsin nereye gittiğimizi. Şu karşıdaki yıkık dökük evi tanımadın mı? Önemli değil birazdan kırık kapısını görünce tanırsın belki.
Battaniyenin önünü çekenler, Hasan (a.s) ve Hüseyin (a.s) arkadakiler ise, Zeynep (a.s) ve Abbas (a.s) ve battaniyeye sarılı ise babaları Ali (a.s).
Başkayım bugün, sırdaşım zehirli bir kılıçla vuruldu, şimdi battaniyeye sarılmış, evinde şahadeti beklemeye koyuldu. O anı sizinle paylaşmak istiyorum, evet o anı. Hem şahadeti anlatmak istiyorum hem de vefayı. Yani İmam Ali (a.s) ile Alemdar Abbas’ı(a.s).
Son vakitlerdir artık. Çocuklar ve ev halkı babalarının dizi dibinde oturmuş gözyaşları dökmekte. Sağ tarafında İmam Hasan(a.s), sol tarafında İmam Hüseyin(a.s), ayakuçlarında Hz. Zeynep(a.s) ve Hz. Abbas(a.s).
İmam hastalığının şiddetiyle bayılıp-ayılmakta ve her ayıldığında gözleri kırık kapıya kaymakta. Son bakışlardır bunlar. Son gözyaşını saklayışlar. İmam gözünü açıyor ve konuşmaya başlıyor.
“Fatıma evlatları hariç herkes odayı terk etsin.”
Ahh o vakit, işte o vakit, bir an odanın her tarafına dağılmak istedim, istedim ki, Abbas ile Ümmü’l Benin göz göze gelmesin. İstedim ki, Abbas kardeşleri yanında mahcup düşmesin. Ama Allah emretmeden hiç bir şey yapamazdım. Odayı karartamaz, Abbas’a mani olamazdım.
Bir yetim düşünün, bayramlarda annesi ile komşularına gider ve komşu çocuklarının oynamalarını görür, onlara katılmak ister ancak komşu çocukları onu aralarına almazlar. Ve bu çocuk sessiz bir şekilde gelip annesinin yanına kıvrılır.
Lütfen, bu durumu Hz. Abbas’a (a.s) isnat ettiğimi düşünmeyin. Sadece bir yetimin yüreğini anlatmak istiyorum burada.
İşte şimdi Hz. Abbas’ın yüreği böyledir. Kardeşleriyle göz göze gelmemek için, boynu bükük halde kalktı oturduğu yerden ve işte bir yetim çocuk gibi annesinin önüne düşüp odayı terk etmekte.
Kendi kendine.”Ben Fatıma’nın oğlu değilim. Ben Ümmü’l Benin’in oğluyum. Ama olsun kendi annem kadar çok seviyorum Fatıma’yı(a.s).Ve kendi kardeşlerim gibi seviyorum onları. Yine de keşke Fatıma’nın(a.s) evlatlarından olsaydım” diye söylenirken, İmam gözlerini açarak şöyle arz eder, “Abbas sen de kal.”
Gözlerindeki hüzün bir an olsun sevince dönüşmüştür Hz. Abbas’ın (a.s). Gelip tekrar oturur Hz. Zeynep’in(a.s) yanına.
İmam’ın son anlarıdır. Herkes telaş içinde. İmam artık vasiyetini bildirmekte. Hz. Zeynep (a.s) başucuna geçmiş İmam’ın alnından akan kanları silerken, o, Hz. Zeynep’ten (a.s) başlayarak vasiyetini söylemekte.
“Kızım, zahmet etme artık, silme alnımdan akan kanları! Ve ağlama! Sabırlı ol! Sabırlı ol ki, kardeşin Hasan’ı zehirlediklerinde de ağzından akan kanları silerken ellerin titremesin.
Ey Hasan! Kardeşlerini benden sonra koru ve onları her haliyle gözetle, onlara nasihatlerde bulun ve onların sıkıntılarını gider.
Ey Hüseyin! Sen de kardeşlerin üzerinde hakkını koru, benden sonra kardeşin Hasan ile istişare et ve her konuda ona tabi ol.
Ve sen! Sen Ey Ebu’l Fazl, kardeşlerinin sözünden çıkma, onlarla istişare et. Kardeşlerinle birlikte zalime karşı mazlumun yanında ol. Ve kardeşin Hüseyin’i sana, seni ise bacın Zeynep’e emanet ediyorum.
Ve İmam şahadet şerbetini içerken Allah emretti bana. Peygamber Ehlibeyti’nde yeni sünnet başlamıştı Hz. Fatıma(a.s) ile birlikte. Ve şimdi İmam Ali(a.s) sevgilisine kavuşurken tıpkı sevgilisi gibi sessiz ve kimsesiz defnediliyordu.
Sadece beş nur vardı. Ali, Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Abbas.
Ve bir de ben…
Yani Ali’nin sırdaşı karanlık gece…
Fatih KAHRAMANÎ
Peygamberin Ailesi ve Koruyucusu
Mevlananın dilinden Hz. Ali